Sayfalar

23 Şubat 2010 Salı

boğaziçinden körfeze





Makam: Nihâvend
Usûl: Türk Aksağı
Beste: Osman Nihat Akın
Güfte: Yahyâ Kemal Beyatlı

Körfezdeki dalgın suya bir bak, göreceksin
Geçmiş gecelerden biri durmakta derinde
Mehtap, iri güller ve senin en güzel aksin
Velhâsıl o rüya duruyor yerli yerinde

21 Şubat 2010 Pazar

UN HOMME ET UNE FEMME

http://evdomos.files.wordpress.com/2009/07/un_homme_et_une_femme-lelouche.jpg

1966 FR TRAILER LELOUCH FILM

çocukluğumdan kalan 45 lik plakta bir film müziği;
yağmurda arabanın cam sileceklerinin tıkırdamasıyla
başlayan bir şarkıda soluk renkli bir kadın sesi?
imkansız olan ne var ki dünyada:
ufuk çizgisinde birleşmez mi deniz bile gökyüzüyle?

AS DEATH APPROACHES
Orhan Veli Kanik
Translated by David Garwood (1982)


Toward the coming on of evening, in winter time,
At the window of a sick man's bedroom-
I'm not the only one to be so alone;
It's dark on the sea, the sky is dark, too.
Funny, how the birds are behaving tonight!

Don't mind that I'm poor, that I'm alone in the world;
-Toward the coming on of evening in winter time-
I too in my time have had my love affairs.
To be famous, to have women, to make money-
In time one gets to know the world as it is.


Is it because we're to die that we have these regrets?
What were we, what happened to us in this world,
In this mortal old world, except evil?
We shall be rid of our dirt at our death,
With death we'll get to be good men at last.

Being famous, having women, making money, and all-
We'll forget all that when we die.


Orhan Veli Kanık - Ölüme Yakın


Akşamüstüne doğru, kış vakti;
Bir hasta odasının penceresinde;
Yalnız bende değil yalnızlık hali;
Deniz de karanlık, gökyüzü de;
Bir acaip, kuşların hali.

Bakma fakirmişim, kimsesizmişim;
-Akşamüstüne doğru, kış vakti-
Benim de sevdalar geçti başımdan.
Şöhretmiş, kadınmış, para hırsıymış;
Zamanla anlıyor insan dünyayı.

Ölürüz diye üzülüyoruz?
Ne ettik, ne gördük şu fani dünyada
Kötülükten gayrı?

Ölünce kirlerimizden temizlenir,
Ölünce biz de iyi adam oluruz;
Şöhretmiş, kadınmış, para hırsıymış,
Hepsini unuturuz.

18 Şubat 2010 Perşembe

Brahms'ı Sever misiniz?


Bir film adı belki sadece bazıları için... ama hiç de öyle sıradan bir soru değil bu.
Pınar Kür'ün "Bir Deli Ağaç" öyküsündeki gibi bazen bir yazın veya görsel sanat ürününde başrolde bir müzik olabiliyor. Bazı ilişkileri de bir şarkıyla etiketleyebiliyoruz pek çok kez ; bunlardan "Dört Günlük Bir Şey - Sezen Aksu","My Favourite Things - Sound Of Music","Sunrise, Sunset - Fiddler on the Roof" benim ilk aklıma gelenler.
Müzik zaman ve mekan tanımadan paylaşılabilen en doğal sanat ürünüdür,
coğrafyası ve dili olmadan paylaşılan ikinci bir sanat ürünü de resimdir.
Resimleri müzikle etiketlemenin en güzel yolu günümüzde videocliplerdir.

Elektronik iletişimin en güzel yanı da bu paylaşımlar değil mi zaten?

http://www.dailymotion.com/video/xb4huv_sunrise-sunset_webcam

12 Şubat 2010 Cuma

kente d_oku_n_duk_kenti_d_oku_duk


kanat vurup kırık pencerelerden
kimliksiz zamansız uçtuk
kente tepeden baktık
kaosun içine girdik
kaos yarattık
kenti kent yapan yollara düştük
kenti kent yapan insanlara baktık

"emeğin ürünüdür insan" demiş şair
"kent insanın ürünüdür" dedik

insanlara baktık
kente dokunduk

kenti yeniden dokuduk

http://www.kayitdisi.org/
kayıtdışı 03 doku[n
08-13 şubat 2010

10 Şubat 2010 Çarşamba





herkes bildiğin gibi,değişen bir şey yok ardından...
kimi daha fazla yaşıyor gününü gecesini, kimiyse yaşıyormuş gibi yapıyor
kah çalışarak kah eğlenerek, vakit dolduruyoruz işte...
yalnızlıklarına mahkum ayazda yurekler ısınmaz kolay kolay
inanmaz bulsa da şefkati...
hiç bir mevsimi yoktur soğuklarının...
ne bahar...
ne de yaz...

9 Şubat 2010 Salı

kente dokunduk...


http://www.kayitdisi.org/
Kentten, dokudan bahsettik bütün gün. Dokunun her halinden konuşuldu, sinemadan ve Foucoult'tan...Dokunulmadık yerini bırakmadık kentin.
Ne Beşiktaş kaldı, ne Beyoğlu, ne Fatih. Bayrampaşa yılların ötesinde ortasında cezaeviyle planlanmış bir yerleşimdi. Giderek köylüleşen çocukluğumun başkenti Ankara, İstanbul'dan gidenlerle yoz betona dönüşen Bodrum, korunarak zor bela yaşatılan yoğun bakımdaki Safranbolu da nasibini aldı.
Bir de baktık masamızın üstunde hallaç pamuğu gibi atmışız kentleri : Kastamonu, Kayseri, Eskişehir. Varşova, Paris ve Floransa da konuşuldu haliyle, tasarım da konuşuldu, teknoloji de; insan eli değmiş her şeye dokunduk nihayetinde.
Cemre cemre düştü sözümüz havaya, suya, toprağa...ve insana ...
İnsanın insana köleliği şöyle dursun, istemezdik silah endüstrisine sermaye edilen inançlardan bahsetmeyi, ama yeri geldi Onur, Erdem, Haysiyet, Gurur söz aldı.
Öyle bir dokumalıyız ki, bu dokuda kenti kent yapan insan olsun: "Kendinden farklı olana karşı açılan savaşlar, ırkı, inancı, cinsiyeti yüzünden dışlanan insanlar bir daha olmasın"
Öyle bir dokuma üretmek olmalı ki amacımız, insan insanlığıyla gurur duysun.

8 Şubat 2010 Pazartesi

kayıtdışı_o3 doku[n


KENTE DOKUN, KENTİ DOKU

TAG Platformun çıkış sloganı olan “Pencerenden baktığında ne görüyorsun?” temasından yola çıkarak yaşadığımız çevreyi nasıl algıladığımızı ve nasıl olmasını hayal ettiğimizi beş duyu ile cisimleştiriyoruz.
Hepimiz, farklı semtlerdeki pencerelerimizden algıladığımız “kent dokusu” nu tersyüz edip soyutlayarak bir dokuyla ifade edecek ve pencere diyeceğimiz bir çerçeve içinde çeşitli malzemeler kullandığımız tuvallerden oluşan seri enstalasyonlar hazırlayacağız.
Katılımcılardan atölye süreci ve/veya ürünü ile ilgili beklentiler:
Kent ve kentlilik üzerinden tartışılarak “penceremizden görülen” kent parçasının bütünün içindeki yerinin irdelenmesi ve sürekli değişen dokunun canlı bir organizma gibi algılanarak 5 duyuya hitap eder soyutlamalar olarak tasarlanması.
Katılımcılarda aranan önceden edinilmiş beceriler:Kentte yaşarken gözlemlediklerini aktarma isteği ve ifade gücü.


http://www.kayitdisi.org/

7 Şubat 2010 Pazar


Çocukların yaptığı resimlerde mantık aranmaz, doğru oranlar, perspektif beklenmez, renkler sınırsızdır: belki gökyüzü yeşil, ağaçlar mavidir.
Sevgisini çekinmeden söyler çocuk, korku henüz tanışmadığı sinsi bir düşmandır.
Pedagoglar eğitim sırasında çocukların yaptıkları resimlerden çok şey öğrenir.
Çocuk resimleriyle konuşur, iletişim kurar, isyan eder, imdat bekler.
Masumiyeti kaybedene kadar sürer bu kendiliğindenlik.
Sonrasında hesaplı ve uyumlu olmak adına ağaçlar yeşerir, gökyüzü artık mavidir.
( Resim: Naz Çırpıcı, ENKA İlköğretim Okulu, dördüncü sınıf )

Vor der Kaserne bei dem großen Tor
Stand eine Laterne und steht sie noch davor
So wollen wir uns da wieder seh´n
Bei der Laterne wollen wir steh´n
Wie einst, Lili Marleen.
Wie einst, Lili Marleen.
Unsere beiden Schatten sah'n wie einer aus
Daß wir so lieb uns hatten, daß sah man gleich daraus
Und alle Leute soll'n es seh'n
Wenn wir bei der Laterne steh'n
Wie einst, Lili Marleen.
Wie einst, Lili Marleen.

Schon rief der Posten, sie blasen Zapfenstreich
Es kann drei Tage kosten, Kamerad, ich komm ja gleich
Da sagten wir auf Wiedersehen
Wie gerne wollt ich mit dir geh'n
Mit dir, Lili Marleen
Mit dir, Lili Marleen

Deine Schritte kennt sie, deinen zieren Gang
Alle abend brennt sie, doch mich vergaß sie lang
Und sollte mir ein Leid gescheh'n
Wer wird bei der Laterne stehen
Mit dir, Lili Marleen?
Mit dir, Lili Marleen?

Aus dem stillen Raume, aus der Erden Grund
Küßt mich wie im Traume, dein verliebter Mund
Wenn sich die späten Nebel drehn
Werd' ich bei der Laterne steh'n
Wie einst Lili Marleen
Wie einst Lili Marleen

“BUGÜN PAZAR” ŞİİRİ







“Bugün Pazar” şiiri 1938’de Ankara Merkez Komutanlığı
Cezaevi’nde yazılmış. O günlerde Nâzım Hikmet’in cebinde
olan küçük bir not defterinde bu şiirin ilk çalışmaları var.
şairin el yazısıyla :

Bugün ilk defa güneşe çıkardılar beni.
Ve ben ömrümde ilk defa güneşin benden bu kadar uzak
gökyüzünün bu kadar mavi
bu kadar geniş olduğuna şaşarak
kımıldanmadan durdum.
Sonra saygıyla toprağa oturdum.
Dayadım sırtımı beyaz duvara.
Birdenbire tuhaf bir hatıra :
deniz.
Ve işin en aşağılık tarafı şu ki yavrum
galiba yalnızlığa alışıyorum.
Artık
bana kâfi geliyor zaman zaman
yerimden kımıldanmadan
bir (okunamadı)
bir de bir kutu kibrit, bir paket cıgara
sonra bir de bıyıklarımı çiğneyerek
düşmek dalgalara.

Nâzım Hikmet bu şiirde önce bazı sözcüklerin üstünü çizmiş, bir iki değişiklik yapmış, sonra “deniz” sözcüğüne kadar olan bölümün üstüne birbirine paralel üç çapraz çizgi çekmiş. Zaten şiirin ordan yukarsı başka kalemle, aşağısı başka kalemle yazılmış.

Şiirin daha gelişmiş bir biçimi :
Bugün pazar.
Bugün beni ilk defa güneşe çıkardılar.
Ve ben ömrümde ilk defa gökyüzünün bu kadar benden uzak
bu kadar mavi
bu kadar geniş olduğuna şaşarak
kımıldanmadan durdum.
Sonra saygıyla toprağa oturdum.
dayadım sırtımı duvara.
Toprak, güneş ve ben.
Ve ben artık hiçbir şeyi
hattâ seni bile düşünmezken
takıldı birdenbire gözüm
birbiri ardınca bozkırın ufkundan sökülüp
ağır beyaz yelkenler gibi gelen bulutlara.
Bu anda bir hatıra :
deniz.
Hürriyeti, ışıltısı, kokusu.

Bu şiirin de “Toprak, güneş ve ben” dizesine kadar olan
bölümü birbirine paralel altı çapraz çizgiyle çizilmiş, ondan
aşağısı çerçeve içine alınmış. Sola doğru dört sayfa ötede oldukça gelişmiş bir biçim :

Bugün pazar.
Bugün beni ilk defa güneşe çıkardılar.
Ve ben ömrümde ilk defa gökyüzünün bu kadar benden uzak
bu kadar mavi
bu kadar geniş olduğuna şaşarak
kımıldanmadan durdum.
Sonra saygıyla toprağa oturdum
dayadım sırtımı duvara.
Bu anda ne düşmek dalgalara,
ne baş aşağı, ne baş yukarı.
Bu anda ne kavga, ne hürriyet, ne karım.
Sade toprak, güneş ve ben.
Bu anda yeter bana bu kadarı
bahtiyarım.

Nâzım Hikmet şiirin onuncu dizesi ile on üçüncü dizesini, bir de “sade” sözcüğünün üstünü çizmiş. Böylece de son biçimine oldukça yaklaşmış.
Silinen yerleri çıkarıp okuyalım :

Bugün pazar.
Bugün beni ilk defa güneşe çıkardılar.
Ve ben ömrümde ilk defa gökyüzünün bu kadar benden uzak
bu kadar mavi
bu kadar geniş olduğuna şaşarak
kımıldanmadan durdum.
Sonra saygıyla toprağa oturdum
dayadım sırtımı duvara.
Bu anda ne düşmek dalgalara,
bu anda ne kavga, ne hürriyet, ne karım.
Toprak, güneş ve ben.
Bahtiyarım.

Nâzım Hikmet’in not defterinde bu şiirin başka taslağı yok. Kurtuluştan Sonrakiler adlı antolojide basılıp okur önüne basılı olarak ilk çıkışı ise şöyle :
Bugün Pazar.
Bugün beni ilk defa güneşe çıkardılar.
Ve ben ömrümde ilk defa
gökyüzünün bu kadar benden uzak
bu kadar mavi
bu kadar geniş olduğuna şaşarak
kımıldanmadan durdum.
Sonra saygı ile toprağa oturdum.
Dayadım sırtımı beyaz duvara.
Bu anda ne düşmek dalgalara
bu anda ne kavga, ne hürriyet, ne karım.
Toprak, güneş ve ben...
Bahtiyarım.

Görüldüğü gibi, en önemli değişiklikler üçüncü dizenin ikiye
bölünmesi, bir de “Dayadım sırtımı duvara” dizesine “beyaz”
sözcüğünün eklenmesi.
Nâzım Hikmet Dört Hapisaneden adlı kitabını hazırlarken
bu şiiri “Ankara” bölümüne almış. Tıpatıp şöyle* :
Bugün pazar.
Bugün beni ilk defa güneşe çıkardılar.
Ve ben ömrümde ilk defa gökyüzünün bu kadar benden uzak
bu kadar mavi
bu kadar geniş olduğuna şaşarak
kımıldanmadan durdum.
Sonra saygıyla toprağa oturdum,
dayadım sırtımı duvara.
Bu anda ne düşmek dalgalara,
bu anda ne hürriyet, ne karım.
Toprak, güneş ve ben...
Bahtiyarım...

They Shoot Horses, Don't They?


Atları Da Vururlar, 1969, Sydney Pollack yönetmiş, Michael Sarrazin, Jane Fonda başrolü paylaşmış, konusu malum: ekonomik kriz döneminde boğaz tokluğuna ve ölümüne bir dans yarışması.
Günümüzde çocukların yarıştırıldığı ortanın altında zeka düzeyine hitabeden müzik ve eğlence yarışmalarından takıldım bu filme yıllar sonra yeniden.
Bizde Ayşecik'le başlayan, Ömercik, Sezercik, Emrahçık, Ceylancık vb. çocukların kamera karşısına geçerek yitirdikleri masumiyetin de nerden kopyalandığı çok belli: Judy Garland, Mickey Rooney, Elizabeth Taylor, Michael Jackson...yabancılaştıkları kimliklerinin altında ezilerek yaşam sürdüler.
Umarım bizde de uzun zamandır zaten ebevynlerinin hırsına yenilerek sınav sınav koşturulan tazecik yarış atları bir an önce eğitim amaçlı ve amaçsız müsabakalara sokulmaktan kurtulur.

6 Şubat 2010 Cumartesi

bugün cumartesi...




dışarda kış güneşi
içerde LEYLA
içim hep daha sıcak senle
iyi ki varsın kızım
...
"ayna ayna söyle bana
benden güzeli var mı dünyada
ÇOK GÜZELSİN KRALİÇEM
AMA SENDEN GÜZELİ VAR
ADI DA LEYLA"
...