Sayfalar

31 Mart 2010 Çarşamba

Bir Aslında Melek için

Günümüzde iletişim çağında hala birbirimizi anlamamamak için uğraşıyoruz...
Kendi egomuz ve zayıf özgüvenimiz yüzünden başkalarını incitip üzmek de bir sanat olsa gerek: kabalık ve hoşgörüsüzlük sanatı...
Zengin iç dünyasına ve inceliğine bakarak büyük mesafeler alabilecekken, kendisinin bütün güzelliğini yıpratarak bozduğumuz insan ilişkilerinin bir gün bir yerde karşımıza çıkmasını beklemeliyiz.
Çünkü haksızlık adına ne varsa bu dünyada ödenir.

30 Mart 2010 Salı




bu güzel bahar sabahı nerden çıktı bu karamsarlık diyceksiniz...demeyin...
moskova da bütün canlı bombalar kadın mı?...ne oldu bizim tekel direnişçilerimize?...
bir derby maçı hevesiyle bütün türk büyükleri sabaha kadar televizyonda tartıştı durdu:
bütün gerçek sıkıntılarımızdan kurtulabildik mi?
televizyon dizileri, reklamlar, açık oturumlar...gerçekle nerde buluşacağız?

27 Mart 2010 Cumartesi

an gelir


an gelir; bunalırsın yaşamaktan,
işler büyür gözünde, bitmek bilmez,

an gelir; bir ufak kuş cıvıltısına takılıverir yüreğin,
kopar gidersin

an gelir; yaşamak zor bir uğraş ,
an gelir; yaşamak uğraşların en güzeli oluverir.

AN GELİR
an gelir
paldır küldür yıkılır bulutlar
gökyüzünde anlaşılmaz bir heybet
o eski heyecan ölür
an gelir biter muhabbet
çalgılar susar heves kalmaz
şatârâbân ölür

şarabın gazabından kork
çünkü fena kırmızıdır
kan tutar / tutan ölür
sokaklar kuşatılmış
karakollar taranır
yağmurda bir militan ölür

an gelir
ömrünün hırsızıdır
her ölen pişman ölür
hep yanlış anlaşılmıştır
hayalleri yasaklanmış
an gelir şimşek yalar
masmavi dehşetiyle siyaset meydanını
direkler çatırdar yalnızlıktan
sehpada pir sultan ölür

son umut kırılmıştır
kaf dağı'nın ardındaki
ne selam artık ne sabah
kimseler bilmez nerdeler
namlı masal sevdalıları
evvel zaman içinde
kalbur saman ölür
kubbelerde uğuldar bâkî
çeşmelerden akar sinan
an gelir
-lâ ilâhe illallah-
kanunî süleyman ölür

görünmez bir mezarlıktır zaman
şairler dolaşır saf saf
tenhalarında şiir söyleyerek
kim duysa / korkudan ölür
-tahrip gücü yüksek-
saatli bir bombadır patlar
an gelir
Attila ölür
Attila İLHAN

18 Mart 2010 Perşembe

Büyümek




"Bir roman kadar uzun bir tümce, sonra işte yaşlandım"
- Gülten Akın


Bebekliğinden başlayarak kendisine dayatılan yeme, içme ve uyuma saatleri dışında, giyim kuşam konusunda da seçici olamaz insan. Kendini varetmeye çalıştığı anda başlar çevresiyle çatışmaya.
Ya da çatışmayı sevmiyorsa kendini sevdiği insanların suyunun akışına bırakır .
O zaman çok sevilen , çok aranan "huylu çocuk" olur.
Eğer hedef edindiği "huyluluk"sa ne mutlu, yok bir de uyumsuzluk damgasını taşır göğsünü gere gere. Ergenliğinde, gençliğinde yaşıtlarıyla anlaşmak zorunda bile değildir artık "uyumsuz çocuk".
Dönem dönem iç çatışmaları dışa yansıdıkça çevresini üzerek kendi gücünden korktuğu bile olur.
Belli bir yaşa geldiğinde insan yalnız yaşarken neleri önemsemediğini, gündelik hayatını ne kadar sıradan kararlarla yaşayıp gittiğini görüyor.
Tek başına olmadığı için bazen nefes almakta zorlansa da, kendi istediği gibi çalışma ve dinlenme saatlerini düzenleyemese de, mutlu olmaya çalışmaktan başka seçeneği yoktur.
Çünkü günün 24 saatinde sorumlu olduğu , kendisinden beklentileri olan insanlarla yaşamayı da kendi seçmiştir.

14 Mart 2010 Pazar

THE DUST OF TIME



"Erken yaşlardan itibaren edebiyat ve şiirle olan ilişkim, beni dil, estetik ve modernizm üzerine olan bütün araştırmalara yaklaştırdı."

Çocuk yaşta duyulan merakla edebiyata, sinemaya, müziğe adanmış hayatlar
ne kadar da kıymetlidir.

Hiç bir gerçek sanat ürünü acı çekmeden yaratılmaz, o acıyı içinde hissederek
ifade edebilme arayışının sonucudur.

"İnsan yazgısı.
Ebediyete dönüş.
Bütün saplantılarım filmlerime girer ve çıkar. Tıpkı bir orkestra enstrümanlarının müziğe girip çıkması, tekrar duyulmak için sessizliğe bürünmeleri gibi.
Saplantılarımızla uğraşmaya mahkum edilmişiz.Aslında tek bir film çekiyoruz, tek bir kitap yazıyoruz. Aynı tema üzerine varyasyon ve fügler."

Tek bir resim yapıyoruz ömür boyu, tek bir kitap okuyoruz ,
tek bir şarkı söylüyoruz,
hepsini yaparken tek bir sesimiz ve söylemimiz var,
hep daha iyisini yapabilmek için
çalışıp didiniyoruz.
Hayat o kadar sade yaşanabilir ki aslında, boş kırgınlıklara, boş alınganlıklara, boş üzüntülere kapılmadan
yaşanmalı...

"Film çekmeye başladığımdan beri hep aynı ekiple çalışıyorum.
Onlar beni tanıyor, ben de onları tanıyorum. Yıllar geçtikçe de her biri benim ailem oldu. Çalışırken beni çok sık sinirlendiriyorlar, ama onları görmeyince çok özlüyorum. "

İnsanın işini sevmesi ve birlikte çalıştığı insanları ailesi gibi görmesi ne büyük mutluluk.

"Bir araba, fotoğrafçı bir arkadaşım sessizce arabayı sürüyor ve yollar.
Sık sık hayatta kendimi dengede ve huzurlu hissettiğim yuvanın,
arkadaşımın kullandığı arabada yanında oturmak olduğunu düşünürüm.
Açık pencere, geçmişe giden manzara."

Theo Angelopoulos

12 Mart 2010 Cuma

TURHAN SELCUK'U KAYBETTIK

Ortaokul yıllarımda GırGır ve Çarşaf dergilerine karikatür koştururken
kendisiyle tanışma şansım olmuştu, o zaman daha da büyük görünüyordu gözüme
bir karikatür sevdalısının üstadıyla karşılaştığındaki büyülü çekimi anlatabilmek isterdim...


ABDÜLCANBAZ BABASINI KAYBETTİ,

BİZ YALNIZ TURHAN SELÇUK'U KAYBETMEDİK
BİR CUMHURİYET KALEMİNİN UCU DAHA SUSTU...

Abdülcanbaz karakterinin babası ve Karikatürcüler Derneği’nin kurucularından Cumhuriyet gazetesi çizeri olan ve aynı zamanda Cumhuriyet Gazetesi'nin baş yazarı gazeteci İlhan Selçuk'un ağabeyi Turhan Selçuk, hayatını kaybetti.

NURLARDA YATSIN...







11 Mart 2010 Perşembe

Ayna


A man's manners are a mirror in which he shows his portrait.

Johann Wolfgang von Goethe

Neysek O'yuz,
ister altın varaklı , ister cilasız ham ahşap çerçeveli bir aynaya bakalım
ne olduğumuz olmak istediğimiz şeyden de önemlidir.
Olmak istediğimiz pek çok şey için zamanımız yetmeyebilir,
olmak istediğimiz insan olabilmek için belki kumaşımız da uygun değildir,
ama bir tek gerçek kumaşımız vardır : o da sahip olduğumuz.
O kumaştan ne olabileceğini bilmek yanlış ve gereksiz pek çok uğraştan alıkoyar bizi.

İçten istemediğimiz hiç bir şey olamayız ,
ne kadar uğraşsak da o başkasının paltosunu giymiş gibi
duracaktır üstümüzde.

10 Mart 2010 Çarşamba

daha , daha neler...



“Everybody wants to be somebody; nobody wants to grow.”
Johann Wolfgang von Goethe

Herkes başkası olmak ister, kimse gelişmek istemez.
Çocukken daha büyük çocuklara özenir insan. Büyüdükçe biraz daha rahat etmek, daha özgür davranmak ister. Her seferinde kendimize aldığımız örnek bir boy daha büyüğümüzdür.
Ülke olarak kendimizle yarışmak yerine daha büyük ve daha güçlü olanı hedefleriz.
Ev alırken daha büyüğünü, araba alırken daha yeni modeli, evlenirken hep daha gencini, daha güzelini hedefleriz. Bu yarış belki uzar gider ama yaş kemale erince anlamaya başlarız ki: olgunluk
kendini bilmekten geçer, durulduğumuz yaşta inişe geçeriz zaten:)))
Öldüğü zaman en büyük çukura , en gösteriş mezar taşıyla gömülmek isteyen birini hiç duydunuz mu?

9 Mart 2010 Salı


"One ought, everyday at least, to hear a little song, read a good poem, see a fine picture, and if possible, speak a few reasonable words."
- Johann Wolfgang Von Goethe

8 Mart 2010 Pazartesi

8 mart dünya kadınları için:



AŞK RESMİ GEÇİTİ

Orhan Veli Kanık

Birincisi o incecik, o dal gibi kız,

Şimdi galiba bir tüccar karısı.

Ne kadar şişmanlamıştır kim bilir.

Ama yinede de görmeyi çok isterim,

Kolay mı? İlk göz ağrısı.

............................çıkar

............................dururduk mahallede

..........................................halde

..............adlarımız yan yana yazılırdı duvarlara

.......................................yangın yerlerinde.

Üçüncüsü Münevver Abla, benden büyük

Yazıp yazıp bahçesine attığım mektupları

Gülmekten katılırdı, okudukça.

Bense, bugünmüş gibi utanırım

O mektupları hatırladıkça.

Dördüncüsü azgın bir kadın,

Açık saçık şeyler anlatırdı bana.

Bir gün de önümde soyunuverdi

Yıllar geçti aradan, unutamadım,

Kaç defa rüyama girdi.

Beşinciyi geçip altıncıya geldim

Onun adı da Nurünnisa.

Ah güzelim

Ah esmerim

Ah

Canımın içi Nurünnisa.

Yedincisi Aliye, kibar bir kadın

Ama ben pek varamadım tadına,

Bütün kibar kadınlar gibi,

Küpe fiyatına, kürk fiyatına.

Sekizincisi de o bokun soyu:

Sen elin karısında namus ara,

Kendinde arandı mı, küplere bin.

Üstelik kendinde de

Yalanın düzenin bini bir para.

Ayten'di dokuzuncunun adı,

Barlarda göbek atar

İş başında şunun bunun esiri,

Ama bardan çıktı mı,

Kiminle isterse onunla yatar.

Onuncusu akıllı çıktı

Bıraktı gitti beni.

Ama haksız da değildi hani,

Sevişmek zenginlerin harcıymış

İşsizlerin harcıymış.

İki gönül bir olunca

Samanlık seyranmış ama,

İki çıplak da - olsa olsa -

Bir hamama yakışırmış.

İşine bağlı bir kadındı on birinci.

Hoş, olmasın da ne yapsın?

Bir zalimin yanında gündelikçi;

Adı Luksandra

Geceleri odama gelir,

Sabaha kadar kalır.

Konyak içer, sarhoş olur,

Sabahı da, işbaşı yapardı şafakla....

Gelelim sonuncuya.

Ona bağlandığım kadar

Hiçbirine bağlanmadım.

Sade kadın değil, insan.

Ne kibarlık budalası,

Ne malda, mülkte gözü var.

Eşit olsak der,

Hür olsak der.

İnsanları sevmesini de bilir,

Yaşamayı sevdigi kadar.


*** Ölümünden sonra müsveddesi diş fırçası sarılmış bir kâğıtta bulunan bu son şiiri tamamlanmamıştır.

THE PARADE OF LOVE


The first one was that slender, reedy girl,
I think now she's the wife of a merchant.
I wonder how fat she's grown.


But still I'd like to see her very much.
It isn't easy, first love.

........................... goes up
......................... we stood in the street
......................... even though
........... our names were written side by side on the walls


........................... in the fire.

The third was Miss Munevver, she was older than me,
As I wrote and wrote and tossed letters into her garden
She was in stitches reading them.
Remembering those letters,


I feel ashamed, as though it were today.

The fourth was wild.
She used to tell me dirty stories.
One day she undressed in front of me.
Years have passed, I still can't forget it.
So many times it entered my dreams.



Let's skip the fifth and come to the sixth.
Her name was Nurunnisa.
Oh, my beauty,
Oh, my brunette,
Oh, my lovely, my lovely
Nurunnisa!

The seventh was Aliye, a society woman,
But I couldn't appreciate her very much;


Like all society women
Everything depended on earrings and fur coats.

The eighth was more or less the same shit;
Look for honor in somebody else's wife,
But if asked of you to throw a tantrum,
Lies, fits;


Lying was second nature to her.

The name of the ninth was Ayten.
She was a belly dancer in a bar;
While working she was the slave of any man
But after work
She slept with whom she pleased.

The tenth grew smart


And left me.
She wasn't wrong either;
Making love is the business of the rich or the idle
Or the jobless;

If two hearts get together
The world is beautiful, it's true,
But two naked bodies


Belong in a bathtub.

The eleventh was a serious worker.
What else could she do?
She was a maid for a sadist;
Her name was Luxandra;
At night she would come to my room
And stay till morning.
She drank cognac, got drunk.


And before dawn, she went back to work.

Let's come to the last one.
I got attached to her
The way I loved no one else.
She wasn't only a woman, but a person.
Not foolishly after fancy manners,


Or greedy for goods and jewelry.
``If we are free'' she said;
``If we are equal'' she said.
She also knew how to love people
The way she loved living.


This poem, which was found wrapped around his toothbrush after


his death, is unfinished.

yeniden


yeniden ev
yeniden sağlık
yeniden kış
yeniden başlayan herşey gibi
biraz ürkek
biraz güvensiz
biraz yavaş
ama yeni kararlarla
daha umutlu
adım adım
yeniden: merhaba hayat

5 Mart 2010 Cuma

Kent Şarkıları


Kentleri ve kentte yaşananları anlatan,
kent yaşamına dokunan şarkılar dinliyorum bir süredir :
İnsan mıdır kente can veren ?
canı kentten mi alıyoruz yaşamak için?
Şarkılarda kişiselleştirip kentle kavga ediyoruz,
bizi üzüyor ya da sevindiriyor yaşadığımız sokaklar,
bizi sorguluyor, yargılıyor, hapsediyor...
kaçıyoruz ama peşimizi bırakmıyor...
Şehirdeki insanların uzaklaştığı özlediği bir geçmişi hatırlatıyor şarkılar:
Şehir suçludur hani hep, vakit yoktur: trafiktir, çocukların ödevleridir
giderek mazeretlerden örülü yalnız bir yaşam kurarız.
Kentler de insanlar gibi giderek yaşamın içinde masumiyetini kaybeder.
Her kentin ayrı bir dinamiği vardır, uymazsan ayakta kalamazsın,
bazen zordur ayak uydurmak şehrin kurallarına,
hele de tutkuluysan , yüksekteyse gözün, korkmayı unutmalısın, yoksa tutunamazsın.
Kentler vardır; duvarlarından utanır, çünkü kurşuna dizilen insanların izi durur hala...
Kentler vardır; sokaklarından utanır, çünkü insanlar aşağılanmıştır o sokaklarda...
İnsanın insana ettiklerinden kentler utanır,
sokaklar utanır, duvarlar utanır da...
...insan ne zaman utanır bilinmez?

2 Mart 2010 Salı

BAĞLANMAYACAKSIN






Bağlanmayacaksın bir şeye, öyle körü körüne.
"O olmazsa yaşayamam." demeyeceksin.
Demeyeceksin işte.
Yaşarsın çünkü.
Öyle beylik laflar etmeye gerek yok ki.
Çok sevmeyeceksin mesela.
O daha az severse kırılırsın.
Ve zaten genellikle o daha az sever seni,
Senin o'nu sevdiğinden...
Çok sevmezsen, çok acımazsın.
Çok sahiplenmeyince, çok ait de olmazsın hem.
Çalıştığın binayı, masanı, telefonunu, kartvizitini...
Hatta elini ayağını bile çok sahiplenmeyeceksin.
Senin değillermiş gibi davranacaksın.
Hem hiçbir şeyin olmazsa, kaybetmekten de korkmazsın.
Onlarsız da yaşayabilirmişsin gibi davranacaksın.
Çok eşyan olmayacak mesela evinde.
Paldır küldür yürüyebileceksin.
İlle de bir şeyleri sahipleneceksen,
Çatıların gökyüzüyle birleştiği yerleri sahipleneceksin.
Gökyüzünü sahipleneceksin,
Güneşi, ayı, yıldızları...
Mesela kuzey yıldızı, senin yıldızın olacak.
"O benim." diyeceksin.
Mutlaka sana ait olmasını istiyorsan bir Şeylerin...
Mesela gökkuşağı senin olacak.
İlle de bir şeye ait olacaksan, renklere ait olacaksın.
Mesela turuncuya ya da pembeye
Ya da cennete ait olacaksın.
Çok sahiplenmeden,
Çok ait olmadan yaşayacaksın.
Hem her an avuçlarından kayıp gidecekmiş gibi,
Hem de hep senin kalacakmış gibi hayat.
İlişik yaşayacaksın.
Ucundan tutarak...

CAN YÜCEL