Sayfalar

30 Nisan 2010 Cuma

ben bir ayırımcıyım!



Bankalar caddesinin ıslak gölgesini bilen, özleyen var mıdır?
Ortaokul ve lise yıllarımızda güne bu caddenin küflü kokusuyla başlardık.
Yıllar geçse de üstünden, bazı kokular ve gölgeler geçmişteki aynı zamana aynı duyguya taşıyıveriyor insanı.
Memleketim insanı"PVC kaplanır, fotokopi çekilir"mobil aracıyla imdadıma yetişmeseydi Dernekler Masası Macera'm hüsranla bitebilirdi. Daha sonra farkediyorum: ırksal savaş açtığımız memleketimin insanı her türlü arada derede işimizi yaptırdıklarımız olup çıkmış.
Karaköy, Eminönü, Mısır Çarşısı, Tahtakale, Sobacılar, Kantarcılar...
başka başka sokaklar, başka dükkanlar, başka kokular , memlektimden başka insan manzaraları.
Bu sokaklarda gerçek insan var: maskesiz, makyajsız, topuklu pabuçsuz, memleketimden
kravatsız insanlar. "Takva" filminin mekanlarında dolaşırken görüyorum her renk, her inanış, her kültürden kendi gibi yaşayanların gerçekliğini.
Sokağıma, evime, kendi küçük dünyama dönünce gazete sayfalarında sabun kalıbı gibi bankacı, emlakçı ve sigortacıların fotoğraflarını görüp uyanıyorum: ben bir ayırımcıyım!
Emeğiyle , alınteriyle geçimini sürdürmek için gece gündüz çalışanların karşısında lafla peynir gemisi yürüten memleketim insanlarını dıştalıyorum.
Yaşasın emeğe saygı !
yaşasın emekçinin bayramı !

26 Nisan 2010 Pazartesi

AYDINLIK




AYDINLIK

Hiçbir vakit tam karanlık değil gece
Kendimde denemişim ben
Kulak ver dinle
Her acının sonunda
Açık bir pencere vardır.
Aydınlık bir pencere
Hayal edilecek bir şey vardır
Yerine getirilecek istek
Doyurulacak açlık
Cömert bir yürek
Uzanmış açık bir el
Canlı canlı bakan gözler vardır
Bir yaşam vardır yaşam
Bölüşülmeye hazır

PAUL ELUARD

23 Nisan 2010 Cuma

özgürlük





Okulda defterime
Sırama ağaçlara
Yazarım adını
Okunmuş yapraklara
Bembeyaz sayfalara
Yazarım adını
Yaldızlı imgele
Toplara tüfeklere
Kralların tacına
En güzel gecelere
Günün ak ekmeğine
Yazarım adını
Tarlalara ve ufka
Kuşların kanadına
Gölgede değirmene yazarım
Uyanmış patikaya
Serilip giden yola
Hınca hınç meydanlara adını
Ey özgürlük!
Kapımın eşiğine
Kabıma kacağıma
İçimdeki aleve
Camları oyununa
Uyanık dudaklara
Yazarım adını
Yıkılmış evlerime
Sönmüş fenerlerime
Derdimin duvarına
Arzu duymaz yokluğa
Çırçıplak yalnızlığa
Yazarım adını
Geri gelen sağlığa
Geçen her tehlikeye
Yazarım ben adını, yazarım
Bir sözün çoşkusuyla
Dönüyorum hayata
Senin için doğmuşum haykırmaya
Ey özgürlük!

Paul ELUARD



kendi gibi olabilmek demek...
kendinden başka kimseye benzememek
kendinden başka kimseden mesafe almamak
...
istesek de dağıtamayız düzenimizi
ara sıra kurguladığımız herşeye isyan etsek de
kendimizi üzmek pahasına
görülmeyen bağlarla bağlıyız kendi kurallarımıza,
...
çocuklarımız büyürken an gelir bizi bizden çok tanırlar mı acaba?
söylemeden sözümüzü, anlatmadan derdimizi bilebilirler mi?
bunu hiç kimse için söyleyemeyiz...
yoksa çok sıkıcı olmaz mıydı hayat?

21 Nisan 2010 Çarşamba

Tecavüz : İktidarın en kolay yolu




İnsan varoluşundan beri iktidar için gücünü geliştirmiş.
Doğaya karşı geliştirdiği silahlarla yaşamını sürdürmüş.
Doğayı değiştirmeye ve tüketmeye başlamış.
İnsanlara karşı gücünü kullanarak üstünlüğünü ispatlamış.
İnsan insanı değiştirmiş zamanla, öfke öfkeyi getirmiş.
Birileri "DUR" diyene kadar sürmüş insanın insan üzerindeki güç kullanımı.
Doğayı tüketmeye karşı kimse sesini çıkarmamış önceleri, eksilen , tükenen kaynaklar yüzünden kendimize gelmişiz biraz.
22 Nisan'da kutlamaya hazırlandığımız Dünya Günü kötüye kullandığımız kaynakları hatırlarken, çocuk tacizcilerinin haberiyle kötüye kullandığımız ve tükettiğimiz insanlığı da hatırlıyoruz.

17 Nisan 2010 Cumartesi

PİYASA





Güneş gibi ol şefkatte,merhamette.
Gece gibi ol ayıpları örtmekte.
Akarsu gibi ol keremde,cömertlikte.
Ölü gibi ol öfkede ,asabiyette.
Toprak gibi ol tevazuda,mahviyette.
Ya olduğun gibi görün,ya göründüğün gibi ol.


Mevlana Celaleddin Rumi




En son ne zaman içinizden geleni söylediniz?
En son ne zaman içinizden geldiği gibi sevdiniz ya da nefret ettiniz?
insanlarıyız hepimiz, tadımız tuzumuz betona karışmış, hamurumuza daha neler katılmış.

Yaz gelmiş, kolsuzlar, düşük belliler giyilmiş, piyasa vakti rıhtıma çıkılmış.
Henüz kış beyazı tenler görünüyor dekoltelerden, yeniden farkediyorum kızların kendini sürekli kontrol ederken birbiriyle kıyasladığını.
Çünkü giyinişiyle, saçıyla , makyajıyla kızlar kendini çok önemsiyor, ama ya gerisi?
Doğal olamıyor pek çoğu, koca bulup anne olmak için programlanmış robot gibiler.
Sesiyle, duruşuyla , bakışıyla beğenilmek , sevilmek , istenmek insanca bir içgüdüyken
yarışa dönüşmüş.

Kızlar kadar üçboyutlu saçları jöleli erkekler de bu yarışa katılıyor,
sinek gözü gibi renkli gözlükler, ucuz takit kıyafetle, sivri burunlu pabuclar,
çorabın içine gizli isgara paketleri...bir bıçkınlık sorma gitsin.
Son model cep telefonu, mümkünse yabancı marka siyah bir araba anahtarı...

Tüketim devri bu, saç baş bakımlı olsun, içinde ne olduğu ne farkeder?

















12 Nisan 2010 Pazartesi

Karagöz'ün Yalova Sefası


İstanbul'un kalabalığı, trafik keşmekeşi ve gürültüsü nedeniyle kendimizi eve kapattığımız kış günleri artık geride kaldı. Olabildiğince daha çok ve sık güneşli sokaklara, parklara çıkmanın vaktidir artık.
Güzel gözlü , güneş yüzlü kızımı annesiyle birlikte dedesine götürdük bu pazar.
Sabahın erken saatlerinde Mecidiyeköy'den Pendik otobüsüne bindik. Otobüs durakları ve otobüs yolculuğuna alışık olmadığımızı düşünürken aklımıza Varşova'da ne kadar çok ve her saatte kendimizi dışarı atıp otobüs, tramvay, metro, tren taşıt adına allah ne verdiyse; o da olmazsa tabana kuvvet yürüyerek sokaklarda vakit geçirdiğimiz haftasonlarımızı hatırladık. Rahat bir otobüs yolculuğunun ardından Pendik feribot iskelesinden Yalova'ya geçtik.
Sokaklarda , trafikte haftaiçinde olmadığı kadar rahat davranabiliyoruz haftasonunda. Yeter ki belli noktalardaki yoğuşmayı dikkate alarak daha pratik ve nefes alan rotalar bulabilelim.

11 Nisan 2010 Pazar

SANAT NEDEN GEREKLİDİR?




SANAT


-Karanlık dönemlerde peki,
Şarkı da söylenecek mi?
-Elbette şarkılar da söylenecek
Belgeleyen karanlık dönemleri.

BERTOLT BRECHT

İnsanı çoğunlukla umutsuzluğa sürükleyen gündelik olaylar için bunca emek ve zaman tüketilirken sanatın gerekliliği üstüne tartışılması ne kadar da gereksiz.
Bazı güçlerin kendi çıkarları uğruna harcadığı ekonomik, politik, felsefi her türlü emek ve zaman insanlık tarihinde belki bir tek cümleyle yer alacak: " Yaşadı, kazandı, kaybetti ve öldü"
Oysa bir şarkıyı, bir şiiri paylaştıkça insana dair ne varsa eksilmeden çoğalacak,
sonsuza dek yaşayacak.
Doksan dakikalık bir futbol karşılaşması üzerine günlerce tartışılıyorken, medyada çok büyük yorum ve açıklamalar yapılıyorken, izleyicisi için ölümsüzlüğü tartışılmaz bir sanat eserine ayıracak vakti olmayanlar kendi yaşamlarının gerekliliğini sorgulamalı.

8 Nisan 2010 Perşembe

GAZOZKAPAĞI

Çocukluğumuzdaki bazı lezzetleri unutamayız, başka dönemlerde aynı üründe bile , aynı tadı asla bulamayız.
Yazlık sinemada içtiğimiz gazozun tadının yerini başka hangi lezzet tutabildi?
Yalova'dan her geçişimizde ısrarla içmekten büyük zevk aldığım efsane gazoz :Uludağ gibi...
O zamanlar İstanbul'a dağıtılmıyor muydu?
Biraz güneye gidine SenSun gazozu içilirdi yalnızca.
Anneannemin buzdolabında yalnızca Çamlıca gazozu bulunurdu
Bir aile büyüğümüzü ziyarete gittiğimizde oyalanmam için bana birkaç bisküvi yanında şişede verilen meyvalı Ankara gazozunun tadı da kendine özgüydü.
Çay bahçelerinde illa ki birinin içmek istemediği bir gazoz markası bulunurdu yalnızca.
"Yok ben ondan içmem..." diyenleri hiç bir zaman anlamamışımdır...
Elvan gazozu da hep yaz sıcağında oynadığımız taş basamakların gölgeli serinliğini hatırlatır.
Kolalı ve gazlı içeceklerde çok fazla çeşit yoktu; bir keresinde Akola diye yerli bir ürün çıkmıştı, tabii orijinalinin yerini tutamadan yokoldu.
Schweppes marka gazoz "İnsanlar İyi Şeylere Layıktır" sloganıyla çıktığı zaman başka ne içersek içelim suçlu hissediyorduk.
Gazoz kapaklarını biriktirmek, onlarla misket gibi oynamak, türlü türlü tasarımları aklımıza bile getiremediğimiz dönemlerde kaldı.

5 Nisan 2010 Pazartesi

Festival İnsanları

1982 yazında ilk kez İstanbul Festivali kapsamında, "Sanatlar ve Sinema" temalı altı filmin gösterildiği bir "film haftası" olarak başlayan Uluslararası İstanbul Film Festivali çok aşama katetti;
Şişli Kent Sineması'nda ( bir de Kızıltoprak Kent vardı çünkü) Visconti'nin "Masumlar" filmini izlemek muhteşem bir heyecandı.
Önceden rezervasyon ve bilet telaşı yaşanmadan rahatça gününde izlenebilecek kaliteli bir sinema izleyicisi vardı.

Valikonağı'ndaki Konak Sineması gibi artık halkın unuttuğu kaliteli salonlarında izlenen Bertolucci'nin " Ay" filmi,

Kanada yapımı "Diva" bugünün teknolojisiyle sinema sanatını tanıyıp sevenlere anlatılamayacak türde birer şölendi.
Lise çağında pek çok yaşıtımız bu heyecana kapılıp festival komitesine gönüllü çalışma için başvurmuştu, festivalde görev yapanları çok kıskanmıştık.


Daha sonraki yıllarda öğle tatilini uzatarak gişeden iade bilet bulup izlenen bir Derek Jarman var unutulmazlar arasında:"Caravaggio"
Zaman geçtikçe İstanbul küçüldükçe, bilet kuyruklarıyla birlikte festival de büyür .
Sinema tutkusu bir filmi izlemekle kalmaz, ardından arkadaşlarla tartışılır, üzerine yazılar yazılır, filmler için yeniden afişler yapılır.
Yeniden gösterimler, gece sineması kuşağında ille de "Uzakdoğu Filmleri"Festivalin olmazsa olmazları arasındadır

Her festivalde boy gösteren, ama aslında İstanbul'da yaşadığından şüphe duyulan her yaştan beyaz entellektüel "Festival İnsanları"vardır. Onların yokluğu hemen belli eder kendini.
Dileyelim ki bu insanlar azalmasın, sinema afişlerini hep renklendirsin.

Bankaları Durdur - Doğa Derneği



Bankaları Durdur - Doğa Derneği