Sayfalar

30 Aralık 2010 Perşembe

Yeni Yıl ve Leyla




http://leylanazli.blogspot.com/


Bir dal verdi sevdiğim
Üstünde sarı yapraklar
Yıl desen geçer gider
Sevdaysa yeni başlar

Bertolt Brecht

21 Aralık 2010 Salı

öyle zamanlar ki...



nice zamandır her seviyede insan her yere girip çıkamaz oldu
giysilerde bir ayar, bir marka aranır oldu.

bir zamanlar temiz pak giyinen insanların malvarlığı görüntüsünden okunmazdı.
memur veya esnaf ortahalli herkes bir zamanlar kupon kumaşlar satın alıp
terzilere pantolon , ceket diktirirdi.
erkekler senede iki kez pantolon, bir kez ceket veya palto diktirdikleri terzileri vardı.
bu terziler semtlere göre daha pahalı olur ve rağbet görürdü.
hanımlar eve gündelikçi terzi çağırdıkları zaman konu komşu yardıma gelirdi.
marifetli terziler yaz, kış, düğün, bayram yabancı mecmualardan
beğenilen modelleri hanımların bedenine ustaca uyarlardı.
konfeksiyon, hazır giyim, ucuz imalat ve markalaşan giyimle birlikte
kumaş alıp terzilere diktirmek ancak belli başlı insanların tasarrufunda kaldı.

modası geçen her şey gibi, eskimeyen eskimeyecek bu yaşantılar da anılarda kaldı.

13 Aralık 2010 Pazartesi




ÖMÜR TÖRPÜSÜ


Yaşamak istiyorum.
Yaşamak istiyorsun.
Yaşamak istiyor.
Böyle şiir olmaz diyeceksin; biliyorum.
Ama böyle dünya olur mu?
Böyle barış olur mu?
Böyle hürriyet olur mu?
Böyle kardeşlik olur mu?
Biliyorum ki; katlanıver, diyeceksin.
Ama böyle de yaşamak olur mu?

METİN ELOĞLU

12 Aralık 2010 Pazar

anılar




Çok konuştuğumuz şeydir ya;
eskiden böyle yapardık... bir zamanlar şöyle güzeldi...diye

Güzel anılarımızı taze tutmak bizi mutlu eder, bugün ayakta daha güçlü durmamızı sağlar.
Bugün güzel şeyler yaşıyorsak yarın daha güzel hatırlayacağımıza inanırız.
Çocuklarımızın yaşayacağı hayat bizimkinden farklı olacak,
tıpkı bizim büyüklerimizden farklı yaşadığımız gibi.

Umarım "bir zamanlar biz Aşiyan'dan denize girerdik,
bugün denize uzak yabancılar olarak yanında dolaşıyoruz"
gibi yakınmalarımızla onların canını sıkmayız.

27 Kasım 2010 Cumartesi

öğretmenler günü için



aileye, ataya, öğretmene vefadan da bihaber, tıpkı kıyılarımız ve denizimiz gibi yağmalanmış masumiyetimizle, büyüdükçe kibarlık budalası olduğumuzda nezaketten eser bulunmayan davranışlarımızla, bilip te uygulamadığımız pek çok adab-ı muaşeret kuralını
her çiğneyişimizde kaybettiğimiz utanma duygusuyla beraber biraz daha yalancı oluyoruz,

yarım yamalak kullandığımız yabancı dilleri de anadilimiz gibi
mahvettiğimiz her an öğretmenlerimizin kemiği sızlıyor.

22 Kasım 2010 Pazartesi

YALAN


iyi ve güzel olandan yana atıyor yorgun gönlümüz,
lakin oturduğumuz yerden ahkam kesmekle geçmez bu karanlık
dağıtmak için ufkumuzdaki bulutları,yenmek için onca haksızlığı,
hedonizme yenik düşlerden,
vurdumduymazlıktan uyandırmak için,
belki tutunacak bir dost eli ister, belki de bir kızıl esinti,


şairin dediği gibi:


Ben güzel günlerin şairiyim

Saadetten alıyorum ilhamımı

Kızlara çeyizlerinden bahsediyorum

Mahpuslara affı umumiden...

Çocuklara müjdeler veriyorum

Babası cephede kalan çocuklara...

Fakat güç oluyor bu işler

Güç oluyor yalan söylemek...


MELİH CEVDET ANDAY

14 Kasım 2010 Pazar

iyi bayramlar

Yeryüzündeki bütün canlıları kurban etsek de
günahlarımızın kefaretini ödeyemeyiz nasılsa
O zaman niye telef ediyoruz hala birbirimizi?

10 Kasım 2010 Çarşamba

On Kasım'a dipnotumdur,


Farklı yerlerden gelip farklı yönlere bakan insanlardık
tartışmamızın politikayla filan da ilgisi yoktu
görebildiklerimizi anlatabilmek için uğraşırken
her birimiz kendi bildiklerimizin sağlamasını aldık yeniden...

Neler yapmadık şu vatan için!

Kimimiz öldük;

Kimimiz nutuk söyledik.

Orhan Veli

8 Kasım 2010 Pazartesi


Bu rüzgar her vakit böyle esmeyecek.
Gökte bulut, suda yelken, dalda çiçek.
Bir gün, bir gün var ki, günden güne gerçek,
Çatır çatır servi, çıtır çıtır böcek.
- Çek ciğerlerine, bir nefes daha çek,
Bu rüzgar her vakit böyle esmeyecek.

ZİYA OSMAN SABA

25 Ekim 2010 Pazartesi

gündelik yaşam hattı



hayatta ayakta kalanlardan mısınız?
cam kenarında mı, yoksa koridorda oturanlardan mısınız?

"hayat beklemez" deyip önceden biletini alanlar,
numaralı koltuklarına önceden gelip kurulur...
"beni almadan gitmez" diyenler peşinden koşar.

en güzeli;
"bunu kaçırsam da başka hayatlardan birinde yer bulurum"
demenin rehavetidir.

24 Ekim 2010 Pazar

mutluluğun resmi


Bebeğine sarılmış çizgi film izlerken uyuyakalan Leyla mutluydu...
Mutluluğun resmi herkese göre farklıydı, kalıcı değildi, günde yüz kere değişebilirdi, demek mutluluk ta resim gibi kalıcı değil anlıktı...
Çocukluğumda mutlu olduğum anları gelişigüzel bellek raflarımdan çekip alırken birden bugün gazetede gördüğüm bir portreye takıldım. Televizyon dizilerinden birinde sorunlu bir ailenin mutsuz çocuğuyla etiketlenmişti bu imaj.

Benimse henüz televizyon renklenmeden önceki renkli çocukluğuma etiketliydi bu resim.
Komşumuz polis emeklisi Melahat Teyze'min eski Hayat Mecmuası ciltleriyle dolu kütüphanesinde geçirdiğim öğledensonralar canlandı birden. Duvarlarında karpuzlu, kızlı takvim ve posterlerden yapılmış kendinden çerçeveli tablolardan biri de bu "ağlayan çocuk"tu.
Daha sonra otobüslerin arka camlarında, dükkanlarda sık sık rastlanan ucuz imgelerden biri oldu, çıktı. Hatta işyerindeki genç bir yöneticimizin yüz ifadesiyle de çok benzeşirdi.


O zamanlar takvim ve posterlerle süslü duvarlarımızda yağlıboya tabloyu ilk kez kuzenimin lisede resim dersi için yaptığı Degas kopyasında görmüştüm. Çok etkilenmiştim.
Mutluluğun resmi buydu işte...artık benim yaptığım resimler de evde duvarlara asılıyordu.

22 Ekim 2010 Cuma

hadi hayırlısı

bir inşaat şirketinin reklamlarında cennet vaadediliyor,
oysa evimizin önünden geçen hafriyat kamyonları sokağı mahvetmekte...
az önce kapının önünde bira içiyordu gençler, tophanedeki galeri baskınına nispet...
daha sonra yatakodamızın altındaki çocuk parkında gececi alkolikler
bağıra çağıra konuşmaya başlayacaklar ...
giderek daha yaşanmaz oluyor sokaklar...
hiç sokağa çıkmak gelmiyor içimden...
dar sokaklarda yürürken gökyüzünü görmek için yarı beline kadar
pencereden sarkıp yukarı bakan teyzeler gibi gri ufuklarda hissediyorum ...
son zamanlarda hiç bir şeye sevinemiyorum, üzülemiyorum,
beni şaşırtan hiç bir şey olmuyor,
yazdan gelen yapışkan bir miskinlik sonbaharın altın rengine bulaşıyor,
hadi hayırlısı...

18 Ekim 2010 Pazartesi

Ağır Ölüm



Ağır ağır ölür alışkanlığının kölesi olanlar,
her gün aynı yoldan yürüyenler,
yürüyüş biçimini hiç değiştirmeyenler,
giysilerinin rengini değiştirmeye yeltenmeyenler,
tanımadıklarıyla konuşmayanlar.

Ağır ağır ölür tutkudan ve duygulanımdan kaçanlar,
beyaz üzerinde siyahı tercih edenler,
gözleri ışıldatan ve esnemeyi gülümseyişe çeviren
ve yanlışlıklarla duygulanımların karşısında onarılmış
yüreği küt küt attıran bir demet duygu yerine
“i” harflerinin üzerine nokta koymayı yeğleyenler.
Ağır ağır ölür işlerinde ve sevdalarında mutsuz olup da
bu durumu tersine çevirmeyenler,
bir düşü gerçekleştirmek adına kesinlik yerine belirsizliğe kalkışmayanlar,
hayatlarında bir kez bile mantıklı bir öğüde aldırış etmeyenler.
Ağır ağır ölür yolculuğa çıkmayanlar,
okumayanlar,
müzik dinlemeyenler,
gönlünde incelik barındırmayanlar.
Ağır ağır ölür özsaygılarını ağır ağır yok edenler,
kendilerine yardım edilmesine izin vermeyenler,
ne kadar şanssız oldukları
ve sürekli yağan yağmur hakkında bütün hayatlarınca yakınanlar,
daha bir işe koyulmadan o işten el çekenler,
bilmedikleri şeyler hakkında soru sormayanlar,
bildikleri şeyler hakkındaki soruları yanıtlamayanlar.
Deneyelim ve kaçınalım küçük dozdaki ölümlerden,
anımsayalım her zaman:
yaşıyor olmak yalnızca nefes alıp vermekten çok daha büyük bir çabayı gerektirir.
Yalnızca ateşli bir sabır ulaştırır bizi muhteşem bir mutluluğun kapısına.

Pablo Neruda
Çeviren: İsmail Aksoy

7 Ekim 2010 Perşembe

yeniden istanbul...yeniden merhaba

http://www.facebook.com/pages/Yeniden-Istanbul/144054595639625#!/pages/Yeniden-Istanbul/144054595639625?v=wall

yaşadığımız kent bizim yaşamımızın rengidir.
istanbu'ldaki her küçük sevinç, her büyük acı bu renklerle dillenir.
birimiz belki ilk aşkını yaşamıştır...
ötekimiz ilk büyük kayıbını burada vermiştir...
istanbul kimine göre hep mayıs güneşidir, parlar.
kimine göre ekim yağmurunda hep ıslak ve soğuk kalan sokaklardır.
aslında uçurumun kıyısında yaşadığını bile bile, ne çok yaşanılası bir şehirdir,
"yeniden istanbul" şiir kitabı bütün bunları yeniden düşündürdüğü için çok güzeldir.

3 Ekim 2010 Pazar

Yazdan Kalan



Yazdan Kalan

Kocaman bir yazdan
Kala kala bu deniz kaldı
Baş edilmez bir aşktan
Kala kala bu sevinç
Oysa nasıl da yazdı
Patlayan tomurcuklardan
Her gün döküle döküle
Bu ince çizgi kaldı
Durup kalmak kolaylığı
Tutkularda olmaz ya
Durup kalamadık da
O zaman kuşkular kaldı
Tortular kaldı içimizde
Kocaman yakınlıklardan
Bağırtılar yakınmalar
Ya da sessizlikler kaldı
Kocaman bir yazdan
Batmış bir gemi gibi
Soğuyan kıyılarda
Ürkek gölgeler kaldı

28 Eylül 2010 Salı

Ne Mutlu Bölünebilirim Diyene...



Ömer Seyfettin okuyarak büyüyenlerden misiniz?
Kemalettin Tuğcu okudunuz mu büyürken?
Siyah İnci, Polyanna, Define Adası, Toby Tyler, Şeker Portakalı, Çocuk Kalbi....
sahaflardan başka yerde bunlara rastladınız mı?
Tom Amca'nın Kulübesi'ni okurken neler hissettiniz?
İlk kez Anna Frank'ın Hatıra Defteri'ni okuduğunuzda mı faşizmle tanışabildiniz?
Galilei, Sokrates, Eflatun size ne demek istiyordu? Siz ne anladınız?
Brecht okumaya başladığınızda yıkılan inançlarınızı ne zaman toparladınız?
Toparladığınız bütün inançlarınızın faiziyle markalar satın alabiliyorsanız,
İstanbul'un da hayatınız gibi parsellenip satıldığını farketmiş olmalısınız.
Bölünen ve bölünemeyen sayıları öğrenmiştik bir zamanlar...
Bölünerek daha rahat yönetilen toplumlarda hafıza ve vicdan olmaz.
Ne mutlu bölünebilen sayılara....

21 Eylül 2010 Salı

2milyonistanbullu


Hiçbir köprü, hiçbir otoyol, hiçbir plaza çocuklarımıza bırakacağımız ağaçlar kadar mutluluk vermez...
3.köprü projesi nedeniyle kesilecek ağaç sayısı : En az 1.610.372

http://www.2milyonistanbullu.com/

13 Eylül 2010 Pazartesi

Vazgeçtim


66. Sone

Shakespeare

Çeviri: Can Yücel



Vazgeçtim bu dünyadan tek ölüm paklar beni,
Değmez bu yangın yeri, avuç açmaya değmez.
Değil mi ki çiğnenmiş inancın en seçkini,
Değil mi ki yoksullar mutluluktan habersiz,
Değil mi ki ayaklar altında insan onuru,
O kızoğlan kız erdem dağlara kaldırılmış,
Ezilmiş, horgörülmüş el emeği, göz nuru,
Ödlekler geçmiş başa, derken mertlik bozulmuş,
Değil mi ki korkudan dili bağlı sanatın,
Değil mi ki çılgınlık sahip çıkmış düzene,
Doğruya doğru derken eğriye çıkmış adın,
Değil mi ki kötüler kadı olmuş Yemen' e
Vazgeçtim bu dünyadan, dünyamdan geçtim ama,
Seni yalnız komak var, o koyuyor adama.


11 Eylül 2010 Cumartesi

evet-hayır




...referandumun sonucunda ne evete ne hayıra...
.gurultu ve goruntu kirliliği biraz olsun azalacak ya...
işte buna seviniyorum.

6 Eylül 2010 Pazartesi

Hayat bayram olsa


Hayat bayram olsa
Şarkı sözü : Şenay Yüzbaşıoğlu

Şu dünyadaki en mutlu kişi mutluluk verendir
Şu dünyadaki sevilen kişi sevmeyi bilendir
Şu dünyadaki en bilge kişi kendini bilendir
Şu dünyadaki en olgun kişi acıya gülendir

Bütün dünya buna inansa, bir inansa
Hayat bayram olsa
İnsanlar el ele tutuşsa, birlik olsa
Uzansak sonsuza

Şu dünyadaki en soylu kişi insafa gelendir
Şu dünyadaki en zengin kişi gönül fethedendir
Şu dünyadaki en üstün kişi insanı sevendir
Şu dünyadaki sevilen kişi sevmeyi bilendir

Bütün dünya buna inansa, bir inansa
Hayat bayram olsa
İnsanlar el ele tutuşsa, birlik olsa
Uzansak sonsuza

4 Eylül 2010 Cumartesi

yeniden istanbul




yaz biterken sevindiğim olayları sıralarsam...
eylül... yağmur...yeniden sonbahar...
derken yeni çıkan kitaplar,
arkadaşımın oğlunun düğün haberi
ve yeniden istanbul...
bu kitap herkes için ayrı bir anlam taşıyor olsa da;
bendeki anlamı ilk gençliğimin yakın tanığı bir yayıncı arkadaşım
ve meslek yaşantımdan kazancım şair dostumla ortak ürünümüz oluşudur.
her şeye anlam katarak yaşamanın bir anlamı yok belki,
ama anlamsız kalmak daha da katlanılır kılmıyor ki hayatı...

güneşli esintili havuzbaşında uzaktaki dostlarla buluşma;
balkonda içilen iki birayla sohbet...

ne kadar sıradan ve sıradışı hayatlar yaşıyoruz, şaşıyorum.
oysa her birimiz bu hayatın başrolündeyiz kendimize göre,
oynadığımız karaktere uygun giyinip davranıyoruz,
rolümüzü benimseyenlerimiz de var , içine sindiremeyenlerimiz de,
en iyisi belki birkaç kişilik canlandırabileceğimiz güldürülerde rol almak olurdu.

Gel gör ki, oyunu en baştan yazmak gerekir...

1 Eylül 2010 Çarşamba

yaz bitti...




oh be hava ne guzel,
benim mevsimim geldi,
hoşgeldin eylul

yaz sıcağını sevenlerin klimalı evleri , ofisleri , yatları olabilir...
yaz sıcağını özleyenler seyahatleri, havaalanlarını, kumu, denizi sevebilirler...

ama eylülü sevmek için bir şemsiye ve bir kazak yeter...

23 Ağustos 2010 Pazartesi

körfezdeki dalgın suya bir bak


http://www.dailymotion.com/video/xeh2p4_korfezdeki-dalgn-suya-alp-arslan_music

Nihavend Beste : Osman Nihat Akın

Rüya gibi bir yazdı. Yarattın hevesinle
Her anını, her rengini, her şiirini hazdan.
Hala doludur bahçeler en tatlı sesinle!
Bir gün, bir uzak hatıra özlersen o yazdan

Körfezdeki dalgın suya bir bak, göreceksin:
Geçmiş gecelerden biri durmakta derinden;
Mehtap... iri güller... ve senin en güzel aksin...
Velhasıl o rüya duruyor yerli yerinde!


YAHYA KEMAL BEYATLI

17 Ağustos 2010 Salı

ta...ta..tata..tatata...


"üreme bezleriniz denk düşmüş trompet çalıyor"
...daha nasıl anlatsam ki herkes kendi sesini duyar ancak bağırınca:)
kimsenin kimseyi doğru düzgün dinlemediği, dinlese de anlamadığı
çünkü herkesin kendi etekleri ateş içinde bir sınavdayız.
başkasının mutluluğunu kıskanmak yerine birlikte sevinmeyi öğrensek,
öteki'nin üzüntüsünü paylaşıp anlayışla dinlesek çok mu zor?
böylece zamansız ve akorsuz trompet sesleri giderek azalır belki...

13 Ağustos 2010 Cuma

Yaz Günü




18. SONE

Seni bir yaz gününe benzetmek mi, ne gezer?
Çok daha güzelsin sen, çok daha cana yakın:
Taze tomurcukları sert rüzgârlar örseler,
Kısacıktır süresi yeryüzünde bir yazın:
Işıldar göğün gözü, yakacak kadar sıcak,
Ve sık sık kararır da yaldız düşer yüzünden;
Her güzel, güzellikten er geç yoksun kalacak
Kader ya da varlığın bozulması yüzünden;
Ama hiç solmayacak sendeki ölümsüz yaz,
Güzelliğin yitmez ki asla olmaz ki hurda;
Gölgesindesin diye ecel caka satamaz
Sen çağları aşarken bu ölmez satırlarda:
İnsanlar nefes alsın, gözler görsün elverir,
Yaşadıkça şiirim, sana da hayat verir...

William Shakespeare ( 1564 - 1616 )


Çeviren : Talat Sait Halman

10 Ağustos 2010 Salı

Atık Değer

Birey sisteme yararlı olmuyorsa sistem de ona yaramaz,
o zaman birey sistem için atık mıdır?
imalat hatası mıdır?
bir artı değer-sizlik midir?

9 Ağustos 2010 Pazartesi

Var mısın? Yok musun?




Son zamanlarda hiç bir arkadaşınızı işyerinden telefonla aradınız mı?
oldum olası sevmem işyerinde eş dost ziyareti ve telefonlaşmalarını, hele msn veya benzeri haberleşmelerin yeri hiç değildir. Ne de olsa eski toprağım, benzer küflenmiş tabularım hoş görülebilir.
Ancak son zamanlarda telefondaki arkadaşınızın bastırılmış, kıstırılmış, engellenmiş soluksuz nefesini duyunca moraliniz bozulabilir. Çünkü çalışanların işlerinden atılma korkusuyla bin türlü işkenceye katlandıkları ve seslerinin kısıldığı dönemdeyiz. Elbette işsiz kaldıktan sonra da sesini yükseltmemek için her türlü iç , dış ve mahalle baskısını yaşama tehlikesi de var.
Bu sessizliğe isyan acaba toplumun ezik bir kesitini KUTU KUTU PENSE mantığında yarışmalarla yarıştırarak kitleleri uyutmak olabilir mi?
Televizyonlardaki nefes kesen her yarışmanın ardında KUZULARIN SESSİZLİĞİ yatmıyor mu?
Bence şöyle formatta bir yarışma herşeyi çözebilir : Yarışmacının açtığı kutulardan rakamlar yerine , açtıkça kaybettiği ONUR, ŞEREF, İTİBAR, AŞK, AİLE gibi kavramlar çıkabilirdi. Günümüzde çok da kıymeti harbiyesi olmayan bu değerleri gerçekten kaybedebilirdi.
Ne diyelim, kumarın iyisi kötüsü olmaz.

4 Ağustos 2010 Çarşamba

yaz yangını


Bu kadar sıcağını görmemiştim, ne gece ne de gündüz nefes alınmıyor İstanbul'da.
Gece balkonda otururken bir motosiklet iki araba arasında ezildiğinde,
ambulansa geçit vermeyen gece trafiğinden utandım.
Sürücülerin araba sürerken bir canavar olduğuna iyice inanıyorum artık.
Kıyıdaki parklara hücum ediyor halk, battaniyeler üstünde çay demleyerek akşamı karşılıyor.
Rüzgarın bir nebzesini bile kaçırmıyor insanlar binalar arasında kalan gölgeli çay bahçelerinde.
Bu yaz daha önceki hiç bir yaza benzemiyor.

10 Temmuz 2010 Cumartesi

Tatil Bitti




Açık havada, güneş ve toprakla iç içe yaşamak yerine kapalı mekanlarda geçirdiğimiz hayatı küçük bir çocuğa nasıl mantıklı gösterebiliriz?
Leyla tatil alışkanlığıyla uyanır uyanmaz sokağa çıkmak istiyor...

Çocukla tatile gitmek zor gelmişti , ama tatilden dönmek de zormuşşşş...

16 Haziran 2010 Çarşamba

kayıp kuşaklar




bir kayıp kuşak edebiyatı da benden : kendi kuşağımdakiler elli yaşına yaklaştığı için çok paylaşımcı yaşamıyor, yanılıyor muyum?
herkesin önce cep, sonra cepken telaşı yüzünden, iş konuşulmuyorsa birbirini anlamadan dinlediği
kim kimi kimle muhabbetleri, " sen o kadardın, ben bukadardım" geyikleri dönen rakı sofralarından ibaret arkadaşlıklar.

kuşağımdan on yaş daha yaşlılar ise bizi ciddiye almadı, pre-özal kuşağı olarak iki arada bi derede kaldık. ne okuduğumuz kitaplar ilk defa okunuyordu, ne yaptığımız yorumlar ilk oluyordu.
bize öğretilen reçetelere baş kaldırdığımızda "dejenere" olmakla suçlanıyorduk.
kuşağımdan on yaş daha genç olanlar için hayat her zaman daha eğlenceli oldu.
onlar hayatın tadını kendileri için çıkarmayı bildiler. eksik veya fazla olan herşey yalnızca kendilerinindi. bireyciliğin dayanılmaz hafifliğini onlar öğretti.

13 Haziran 2010 Pazar



Sayfalar dolusu gazetelerde nice büyük kafalar rütbeli, kravatlı, gömlekli fotoğraflarında bastırılmış çocukluklarını taşıyor.
Acaba nerde unutuldu o çocuklar?
Ne uğruna sırtımızı dönüyoruz çocukluğumuza?
Parlak renkli oyuncaklara, şekerlere, kedilerin kuyruğuna takılıp koşturmacalara?

Bir gün çocuğunuzu oynaması için götürdüğünüz parkta küçük bir çocuk size :
" amca senin silahın var mı?" derse o zaman durun düşünün; bu çocuk şiddeti ilk kez nerde ve nasıl öğrendi?

Anneler, babalar; şiddet soluyan ve şiddeti yaşatan bir toplum istemiyorsanız ,
çocuklarınıza okul öncesi eğitimi değil sevgi
ve güven eğitimi verin.
Çünkü her türlü duyguyu ailede öğrenen çocuk öfke ve nefreti ailede öğrenirse bir daha asla sevmeyi beceremez, sevildiğini bilmez.

"sessiz sular derindir" almanca ve mantıksız bir deyim; " ağır ol molla desinler" olarak da çevrilebilir:) Ancak şiddete de sevgiye detepkisiz kalmak çağımızda zayıflık ve hastalık olarak niteleniyor, çocuklarımızın sessiz kalmaması için sevgi ve güvenle varolduklarını öğretmeliyiz.

What'll you do when you get lonely
And nobody's waiting by your side?
You've been running and hiding much too long.
You know it's just your foolish pride.

Layla, you've got me on my knees.
Layla, I'm begging, darling please.
Layla, darling won't you ease my worried mind.

I tried to give you consolation
When your old man had let you down.
Like a fool, I fell in love with you,
Turned my whole world upside down.

Eric Clapton

3 Haziran 2010 Perşembe

rahat uyu PİRİNÇ.





birlikte yaşarken günlerimizin nasıl geçtiğini bile düşünmüyoruz.
tek tek aramızdan ayrıldıkça değerini anlıyoruz sevdiklerimizin.
yokluğu varlığından daha çok hissediliyor.
bütün renkli anılar daha canlı şimdi,
rahat uyu PİRİNÇ.

30 Mayıs 2010 Pazar

sokağımız



  • yıllar önce sokağımızın başında bakımsız virane vakıf binalarında yaşayan kiracılar memur veya emekçiydi...restorasyonla birlikte onlar uzaklaştırıldı.
  • daha da önce sokağımızın öte başında odun pazarı bulunurdu, şimdiki evimizin yerinde eskiden mısır tarlası ve bostan vardı...evimizin altında hala bir bostan kuyusu durur.
    arka sokağımızda artık adı anılmayan bir yerli tekstil firmasının indirim mağazasının yerinde müzik ve televizyon yapımcısı bir firma IMAJ satıyor.
  • sokağımızın başındaki eski binaların restorasyonuyla birlikte sokağımızın trafiği de şişti, büyüdükçe büyüdü...sokağımız caddeleşti...artık bir tek yogun trafik olmayan gece saatleri kaldı.
  • sokağımızda yabancı markaların mağazaları açılırken sokağımızda dolaşan tinerciler
    ve işsiz, sahipsiz insanlar çoğaldı...


  • kızımı her sabah çocuk parkına götürürken bütün bu geçmiş yılların hesapsız yıkımı ve plansız yapılanmasıyla değişen kaldırımların üzerine basa basa yürüyorum.

29 Mayıs 2010 Cumartesi




YAŞAMAK TELAŞI

Hiç böyle ısınmamıştım;
Daldaki vişneye,
Vitrindeki aydınlığa,
Salça kokusuna mutfağımın,
Akan dereye, uçan buluta,
Hiç böyle ısınmamıştım yaşamaya.

EDIP CANSEVER

21 Mayıs 2010 Cuma

DILEKLER




belki şehre bir film gelir ,
diye başlar şarkı, umut doludur aslında en umutsuz anında...

belki bir kupa macı oynanır ,
şehirde işsiz, amaçsız, umutsuz, bol alkollü, az gollü bir stadyum dolusu insan mutludur, şehvetten başı döner umarsızlığın kollarında bir gün bir gece...

belki yeni bir anayasa yazılır,
bütün insanlara eşit iş, ev, sağlık ve sevgi dağıtılır...

belki bütün televizyon dizileri ve reklamlar yasaklanır,
ayaküstü kollektif rüya görmesin insanlar diye,
herkesi kendi hayalleri ve hedefleri olsun için...

belki bütün kitaplar evlerin kapısına bırakılır,
korsan yayınlara muhtaç bırakılmadan okusun herkes diye...

belki sokaklardaki arabalar azalır,
soluduğumuz hava temizlensin diye...

belki sırtımızı döndüğümüzde sistem tarafından bıcaklanmayız
belki "bir skandal olsun da gündem değişsin" demeyiz
belki bir gün politikacılardan biri dile düşerse onu da insanca karşılarız

20 Mayıs 2010 Perşembe

ADAM OLACAK ÇOCUĞA




Eğer,

bütün etrafındakiler panik içine düştüğü ve bunun sebebini senden bildikleri zaman
sen başını dik tutabilir ve sağduyunu kaybetmezsen;

Eğer sana kimse güvenmezken sen kendine güvenir
ve onların güvenmemesini de haklı görebilirsen;

Eğer beklemesini bilir ve beklemekten de yorulmazsan
veya hakkında yalan söylenir de sen yalanla iş görmezsen,
ya da senden nefret edilir de kendini nefrete kaptırmazsan,
bütün bunlarla beraber ne çok iyi ne de çok akıllı görünmezsen;

Eğer hayal edebilir de hayallerine esir olmazsan,
Eğer düşünebilip de düşüncelerini amaç edinebilirsen,
Eğer zafer ve yenilgi ile karşılaşır
ve bu iki hokkabaza aynı şekilde davranabilirsen;

Eğer ağzından çıkan bir gerçeğin bazı alçaklar tarafından
ahmaklara tuzak kurmak için eğilip bükülmesine katlanabilirsen,

ya da ömrünü verdiğin şeylerin bir gün başına yıkıldığını görür
ve eğilip yıpranmış aletlerle onları yeniden yapabilirsen;

Eğer bütün kazancını bir yığın yapabilir
ve yazı-tura oyununda hepsini tehlikeye atabilirsen;

ve kaybedip yeniden başlayabilir
ve kaybın hakkında bir kerecik olsun bir şey söylemezsen;

Eğer kalp, sinir ve kasların eskidikten çok sonra bile
işine yaramaya zorlayabilirsen

ve kendinde 'dayan' diyen bir iradeden
başka bir güç kalmadığı zaman dayanabilirsen;

Eğer kalabalıklarda konuşup onurunu koruyabilirsen,
ya da krallarla gezip karakterini kaybetmezsen;

Eğer ne düşmanların ne de sevgili dostların seni incitmezse;
Eğer aşırıya kaçmadan tüm insanları sevebilirsen;
Eğer bir daha dönmeyecek olan dakikayı, altmış saniyede koşarak doldurabilirsen;

Yeryüzü ve üstündekiler senindir
Ve dahası

sen bir ADAM olursun oğlum...

Rudyard Kipling

10 Mayıs 2010 Pazartesi

kendini boşa harcama


Macbeth

'Kendini boşuna harcamış olur insan
Dilediğine erer de sevinç duymazsa.
Yıktığın hayat kendininki olsun daha iyi,
Yıkmakla kazandığın şey kuşkulu bir mutluluksa.'

William Shakespeare

9 Mayıs 2010 Pazar

CANIM ANNEM


Anneler Günü...ıslak, sıcak yumuşak ve şefkatli ne varsa hepsinin bolca söylendiği gün.
Herkesin annesi çok özeldir kendi çocuğuna.
İnsan annesinin tanıklığında geçmişiyle en yakın bağı onu kaybedene kadar geçmişle kurup kuracağı en canlı köprüsüdür.
Çocukluğumun" en güzel kadını" sokağa çıkarken biraz makyaj yapsa büyük zevk alırdım.
Konuştuğu , yaptığı, çalışkanlığı hem iş hem aile hayatında örnek olmuştur.
Yaşlandıkça birbirimizi hatalarımızla sevmeyi öğrendik.
Kendi tercihiyle İstanbul dışına yerleşirken, inancını ve fikirlerini yarıştırmadan yaşamayı seçen,
Atatürk'ün cenazesinin Etnoğrafya Müzesi'nden Anıt Kabir'e taşındığı Ankara sokaklarında gözü yaşlı binlerce lise öğrencisinden biridir "canım annem".

4 Mayıs 2010 Salı

KIRAN KIRANA



birbirine karşı kullanacak silahı kalmayınca insanların
başka insanları YEM yapıyor silahsızlanma adına
kıyasıya bir savaş
oysa inadına bahar
kan gövdeyi götürmesi gerekirken
masamızda beyaz kolalı örtü,
taze kahve ve kurabiyeler.


bütün gerçeklerin üstü örtülmüş...
insanın insana inancı kalmamış...
sevgiler yokolmuş...
bağırıyorum...
sesimi duymuyorum...
uyanıyorum

30 Nisan 2010 Cuma

ben bir ayırımcıyım!



Bankalar caddesinin ıslak gölgesini bilen, özleyen var mıdır?
Ortaokul ve lise yıllarımızda güne bu caddenin küflü kokusuyla başlardık.
Yıllar geçse de üstünden, bazı kokular ve gölgeler geçmişteki aynı zamana aynı duyguya taşıyıveriyor insanı.
Memleketim insanı"PVC kaplanır, fotokopi çekilir"mobil aracıyla imdadıma yetişmeseydi Dernekler Masası Macera'm hüsranla bitebilirdi. Daha sonra farkediyorum: ırksal savaş açtığımız memleketimin insanı her türlü arada derede işimizi yaptırdıklarımız olup çıkmış.
Karaköy, Eminönü, Mısır Çarşısı, Tahtakale, Sobacılar, Kantarcılar...
başka başka sokaklar, başka dükkanlar, başka kokular , memlektimden başka insan manzaraları.
Bu sokaklarda gerçek insan var: maskesiz, makyajsız, topuklu pabuçsuz, memleketimden
kravatsız insanlar. "Takva" filminin mekanlarında dolaşırken görüyorum her renk, her inanış, her kültürden kendi gibi yaşayanların gerçekliğini.
Sokağıma, evime, kendi küçük dünyama dönünce gazete sayfalarında sabun kalıbı gibi bankacı, emlakçı ve sigortacıların fotoğraflarını görüp uyanıyorum: ben bir ayırımcıyım!
Emeğiyle , alınteriyle geçimini sürdürmek için gece gündüz çalışanların karşısında lafla peynir gemisi yürüten memleketim insanlarını dıştalıyorum.
Yaşasın emeğe saygı !
yaşasın emekçinin bayramı !

26 Nisan 2010 Pazartesi

AYDINLIK




AYDINLIK

Hiçbir vakit tam karanlık değil gece
Kendimde denemişim ben
Kulak ver dinle
Her acının sonunda
Açık bir pencere vardır.
Aydınlık bir pencere
Hayal edilecek bir şey vardır
Yerine getirilecek istek
Doyurulacak açlık
Cömert bir yürek
Uzanmış açık bir el
Canlı canlı bakan gözler vardır
Bir yaşam vardır yaşam
Bölüşülmeye hazır

PAUL ELUARD

23 Nisan 2010 Cuma

özgürlük





Okulda defterime
Sırama ağaçlara
Yazarım adını
Okunmuş yapraklara
Bembeyaz sayfalara
Yazarım adını
Yaldızlı imgele
Toplara tüfeklere
Kralların tacına
En güzel gecelere
Günün ak ekmeğine
Yazarım adını
Tarlalara ve ufka
Kuşların kanadına
Gölgede değirmene yazarım
Uyanmış patikaya
Serilip giden yola
Hınca hınç meydanlara adını
Ey özgürlük!
Kapımın eşiğine
Kabıma kacağıma
İçimdeki aleve
Camları oyununa
Uyanık dudaklara
Yazarım adını
Yıkılmış evlerime
Sönmüş fenerlerime
Derdimin duvarına
Arzu duymaz yokluğa
Çırçıplak yalnızlığa
Yazarım adını
Geri gelen sağlığa
Geçen her tehlikeye
Yazarım ben adını, yazarım
Bir sözün çoşkusuyla
Dönüyorum hayata
Senin için doğmuşum haykırmaya
Ey özgürlük!

Paul ELUARD



kendi gibi olabilmek demek...
kendinden başka kimseye benzememek
kendinden başka kimseden mesafe almamak
...
istesek de dağıtamayız düzenimizi
ara sıra kurguladığımız herşeye isyan etsek de
kendimizi üzmek pahasına
görülmeyen bağlarla bağlıyız kendi kurallarımıza,
...
çocuklarımız büyürken an gelir bizi bizden çok tanırlar mı acaba?
söylemeden sözümüzü, anlatmadan derdimizi bilebilirler mi?
bunu hiç kimse için söyleyemeyiz...
yoksa çok sıkıcı olmaz mıydı hayat?

21 Nisan 2010 Çarşamba

Tecavüz : İktidarın en kolay yolu




İnsan varoluşundan beri iktidar için gücünü geliştirmiş.
Doğaya karşı geliştirdiği silahlarla yaşamını sürdürmüş.
Doğayı değiştirmeye ve tüketmeye başlamış.
İnsanlara karşı gücünü kullanarak üstünlüğünü ispatlamış.
İnsan insanı değiştirmiş zamanla, öfke öfkeyi getirmiş.
Birileri "DUR" diyene kadar sürmüş insanın insan üzerindeki güç kullanımı.
Doğayı tüketmeye karşı kimse sesini çıkarmamış önceleri, eksilen , tükenen kaynaklar yüzünden kendimize gelmişiz biraz.
22 Nisan'da kutlamaya hazırlandığımız Dünya Günü kötüye kullandığımız kaynakları hatırlarken, çocuk tacizcilerinin haberiyle kötüye kullandığımız ve tükettiğimiz insanlığı da hatırlıyoruz.

17 Nisan 2010 Cumartesi

PİYASA





Güneş gibi ol şefkatte,merhamette.
Gece gibi ol ayıpları örtmekte.
Akarsu gibi ol keremde,cömertlikte.
Ölü gibi ol öfkede ,asabiyette.
Toprak gibi ol tevazuda,mahviyette.
Ya olduğun gibi görün,ya göründüğün gibi ol.


Mevlana Celaleddin Rumi




En son ne zaman içinizden geleni söylediniz?
En son ne zaman içinizden geldiği gibi sevdiniz ya da nefret ettiniz?
insanlarıyız hepimiz, tadımız tuzumuz betona karışmış, hamurumuza daha neler katılmış.

Yaz gelmiş, kolsuzlar, düşük belliler giyilmiş, piyasa vakti rıhtıma çıkılmış.
Henüz kış beyazı tenler görünüyor dekoltelerden, yeniden farkediyorum kızların kendini sürekli kontrol ederken birbiriyle kıyasladığını.
Çünkü giyinişiyle, saçıyla , makyajıyla kızlar kendini çok önemsiyor, ama ya gerisi?
Doğal olamıyor pek çoğu, koca bulup anne olmak için programlanmış robot gibiler.
Sesiyle, duruşuyla , bakışıyla beğenilmek , sevilmek , istenmek insanca bir içgüdüyken
yarışa dönüşmüş.

Kızlar kadar üçboyutlu saçları jöleli erkekler de bu yarışa katılıyor,
sinek gözü gibi renkli gözlükler, ucuz takit kıyafetle, sivri burunlu pabuclar,
çorabın içine gizli isgara paketleri...bir bıçkınlık sorma gitsin.
Son model cep telefonu, mümkünse yabancı marka siyah bir araba anahtarı...

Tüketim devri bu, saç baş bakımlı olsun, içinde ne olduğu ne farkeder?

















12 Nisan 2010 Pazartesi

Karagöz'ün Yalova Sefası


İstanbul'un kalabalığı, trafik keşmekeşi ve gürültüsü nedeniyle kendimizi eve kapattığımız kış günleri artık geride kaldı. Olabildiğince daha çok ve sık güneşli sokaklara, parklara çıkmanın vaktidir artık.
Güzel gözlü , güneş yüzlü kızımı annesiyle birlikte dedesine götürdük bu pazar.
Sabahın erken saatlerinde Mecidiyeköy'den Pendik otobüsüne bindik. Otobüs durakları ve otobüs yolculuğuna alışık olmadığımızı düşünürken aklımıza Varşova'da ne kadar çok ve her saatte kendimizi dışarı atıp otobüs, tramvay, metro, tren taşıt adına allah ne verdiyse; o da olmazsa tabana kuvvet yürüyerek sokaklarda vakit geçirdiğimiz haftasonlarımızı hatırladık. Rahat bir otobüs yolculuğunun ardından Pendik feribot iskelesinden Yalova'ya geçtik.
Sokaklarda , trafikte haftaiçinde olmadığı kadar rahat davranabiliyoruz haftasonunda. Yeter ki belli noktalardaki yoğuşmayı dikkate alarak daha pratik ve nefes alan rotalar bulabilelim.

11 Nisan 2010 Pazar

SANAT NEDEN GEREKLİDİR?




SANAT


-Karanlık dönemlerde peki,
Şarkı da söylenecek mi?
-Elbette şarkılar da söylenecek
Belgeleyen karanlık dönemleri.

BERTOLT BRECHT

İnsanı çoğunlukla umutsuzluğa sürükleyen gündelik olaylar için bunca emek ve zaman tüketilirken sanatın gerekliliği üstüne tartışılması ne kadar da gereksiz.
Bazı güçlerin kendi çıkarları uğruna harcadığı ekonomik, politik, felsefi her türlü emek ve zaman insanlık tarihinde belki bir tek cümleyle yer alacak: " Yaşadı, kazandı, kaybetti ve öldü"
Oysa bir şarkıyı, bir şiiri paylaştıkça insana dair ne varsa eksilmeden çoğalacak,
sonsuza dek yaşayacak.
Doksan dakikalık bir futbol karşılaşması üzerine günlerce tartışılıyorken, medyada çok büyük yorum ve açıklamalar yapılıyorken, izleyicisi için ölümsüzlüğü tartışılmaz bir sanat eserine ayıracak vakti olmayanlar kendi yaşamlarının gerekliliğini sorgulamalı.

8 Nisan 2010 Perşembe

GAZOZKAPAĞI

Çocukluğumuzdaki bazı lezzetleri unutamayız, başka dönemlerde aynı üründe bile , aynı tadı asla bulamayız.
Yazlık sinemada içtiğimiz gazozun tadının yerini başka hangi lezzet tutabildi?
Yalova'dan her geçişimizde ısrarla içmekten büyük zevk aldığım efsane gazoz :Uludağ gibi...
O zamanlar İstanbul'a dağıtılmıyor muydu?
Biraz güneye gidine SenSun gazozu içilirdi yalnızca.
Anneannemin buzdolabında yalnızca Çamlıca gazozu bulunurdu
Bir aile büyüğümüzü ziyarete gittiğimizde oyalanmam için bana birkaç bisküvi yanında şişede verilen meyvalı Ankara gazozunun tadı da kendine özgüydü.
Çay bahçelerinde illa ki birinin içmek istemediği bir gazoz markası bulunurdu yalnızca.
"Yok ben ondan içmem..." diyenleri hiç bir zaman anlamamışımdır...
Elvan gazozu da hep yaz sıcağında oynadığımız taş basamakların gölgeli serinliğini hatırlatır.
Kolalı ve gazlı içeceklerde çok fazla çeşit yoktu; bir keresinde Akola diye yerli bir ürün çıkmıştı, tabii orijinalinin yerini tutamadan yokoldu.
Schweppes marka gazoz "İnsanlar İyi Şeylere Layıktır" sloganıyla çıktığı zaman başka ne içersek içelim suçlu hissediyorduk.
Gazoz kapaklarını biriktirmek, onlarla misket gibi oynamak, türlü türlü tasarımları aklımıza bile getiremediğimiz dönemlerde kaldı.

5 Nisan 2010 Pazartesi

Festival İnsanları

1982 yazında ilk kez İstanbul Festivali kapsamında, "Sanatlar ve Sinema" temalı altı filmin gösterildiği bir "film haftası" olarak başlayan Uluslararası İstanbul Film Festivali çok aşama katetti;
Şişli Kent Sineması'nda ( bir de Kızıltoprak Kent vardı çünkü) Visconti'nin "Masumlar" filmini izlemek muhteşem bir heyecandı.
Önceden rezervasyon ve bilet telaşı yaşanmadan rahatça gününde izlenebilecek kaliteli bir sinema izleyicisi vardı.

Valikonağı'ndaki Konak Sineması gibi artık halkın unuttuğu kaliteli salonlarında izlenen Bertolucci'nin " Ay" filmi,

Kanada yapımı "Diva" bugünün teknolojisiyle sinema sanatını tanıyıp sevenlere anlatılamayacak türde birer şölendi.
Lise çağında pek çok yaşıtımız bu heyecana kapılıp festival komitesine gönüllü çalışma için başvurmuştu, festivalde görev yapanları çok kıskanmıştık.


Daha sonraki yıllarda öğle tatilini uzatarak gişeden iade bilet bulup izlenen bir Derek Jarman var unutulmazlar arasında:"Caravaggio"
Zaman geçtikçe İstanbul küçüldükçe, bilet kuyruklarıyla birlikte festival de büyür .
Sinema tutkusu bir filmi izlemekle kalmaz, ardından arkadaşlarla tartışılır, üzerine yazılar yazılır, filmler için yeniden afişler yapılır.
Yeniden gösterimler, gece sineması kuşağında ille de "Uzakdoğu Filmleri"Festivalin olmazsa olmazları arasındadır

Her festivalde boy gösteren, ama aslında İstanbul'da yaşadığından şüphe duyulan her yaştan beyaz entellektüel "Festival İnsanları"vardır. Onların yokluğu hemen belli eder kendini.
Dileyelim ki bu insanlar azalmasın, sinema afişlerini hep renklendirsin.